17.12.10

yurttan nağmeler/15

yok arkadaş! zaman da geçmez oldu artık. vallahi deli oldum sayılır. bitin lan artık!

evet sınavlara diyorum! bitin kurtulayım. daha 2 vize 5 final var lan! bi başladı şu sınavlar ekimin son haftasında mı kasımın ilk haftasında mı ne. ondan sonra araya çok şükür bi bayram girdi ki en azından bir haftalığına rahat edelim. hayır daha bir de bunun ikinci dönemi var. 15 sınav daha yani toplamda. lisede daha mı az sınav oluyorduk yoksa bunun stresi mi bi başka anlayamadım.. ofof. çok dertliyim okur.

bi yandan bazı sorumluluklar (SAS vs.) saldırırken öbür yandan bu sınavlar gerçekten çok yorucu oluyor. tamam şöyle 1 haftada hepsini olsak kurtulsak mükemmel olur aslında. Kıbrıstaki gibi sınav haftası yapsak böyle. dersler falan olmasa arada. bütün bir hafta işi gücü bırakıp sınav olsak bitse. hayat daha da kolay olmaz mı sizce de? finalleri 2 haftaya toplamak aklınıza geliyor da vizelerde bunu beceremiyor musunuz sayın ODTÜ? ha? sorarlar adama!

yarın da calculus sınavı var. "sabahki 2 saat dersimden sonra bi yemek yerim sonra 2 saatten fazla zaman kalır diğer derse, arada kütüphanede çalışırım" dedim. gittim kütüphaneye. 1 saate yakın kitapla manasızca bakıştık. okudum anlamadım, çözdüm çözemedim. kafa olmuş kazan tabi 2 aydır. normal biraz da. en son kalktım geldim lâba* burdan sizlere dert yanıyorum işte.

birazdan da kalkıp gidip esey rayting yapacağız pek sevgili egn101 dersinde. şu dersten muaf olamadım ya hala çok kızıyorum kendime!

daha haftaya da kimya sınavı var. bak yine kızdım!

ben gideyim en iyisi okur. yoksa başın çok ağrır. herhalde en kötü 2. yazım oldu bu da. neyse, haydi görüşürüz. kafamdakileri boşalttım birazcık(!)

*evet şapkalı a gördünüz orda

28.11.10

o değil de..

o değil de fark ettim ki blog nasıl yazılır unutmuşum!

bi dedim hazır imkan varken birazcık oturayım şu internetin başına, bloga da bakarım hem falan dedim. çok özletmişimdir belki kendimi gibi düşünceler geçti kafamdan. ancak sonra bi baktım nasıl başlasam yazıya, neyi övüp neye atarlansam bilemedim. ancak sanırım atarlanacaım ilk şey bilgisayarımı hala göndermemiş olan yer*

tahminerimce hafta içinde gelmesi lazım bilgisayarımın ama önce birkaç arama yapmam lazım tabi.

o değil de şu sıralar çok yoğunum ben okur. inanmazsın. bayram olmasaydı eğer üst üste 7 hafta sonu sınavım olacaktı. aralardaki ufak quizlerden falan bahsetmiyorum tabi hiç. öyle de yoğunum anlayacağın.

aralık ayının bi son hafta sonunda boş kalacaktım, onu da canları sağolsun, feda olsun diyerek SAS'ın geleneksel su altı hokeyi turnuvasına adıyorum. ayrıca Sait adlı arkadaş gelecek Erzurum'dan. onu da ağarlamaya çalışacağız bakalım.

o değil de ağarlamak mı yoksa ağırlamak mı? ikisi de saçma gibi geliyor zaten de neyse.

aha! aklıma atarlanacak bir şey geldi!

14 ü sabahında 9:45te uçuşum vardı benim Kars'a doğru. bir güzel sabahtan kalkıp saat tam 9:00 da check-in yaptırmak üzere havaalanındaydım. ancak bana dediler ki: "sizin uçuşunuz saat 9daydı." "siz neden geç geldiniz?" "kalktı o uçak!" inanmazsın, bu 3 cümle kafamda yankılandı böyle birkaç saniye boyunca. filmlerde olur ya ondan oldu. sonra bi sinir stres satış ofisine gittim. normal koşullarda acentadan bilet aldığım için acentanın bana haber vermesi gerektiğini söylediler. ancak çok şükür ki ekstra ücret talep etmeden beni akşam saat 17:30 daki ek uçuşa yerleştirdiler.

tabi bu daha büyük bir sorun teşkil ediyordu. saat 9 dan akşam 17:30a kadar havaalanında geçirmem gereken saatlerim vardı artık. son derece sinirli bir şekilde geçen 2 saat ardından sakinleşip bi önceki gün Hilal'den almış olduğum Jodi Picoult adlı yazarın Taş Kağıt Makas adlı şahane romanını bitirdim gün içerisinde... işte böyle stresli başladım bayrama...

ertesi gün de yola çıktık Erzurum'a diye. sonra onun bi ertesi günü Mersinde bulduk kendimizi. öyle de ilginciz evet. ama çok eğlendim doğrusu. en güzel bayramdı hatta şimdiye kadarki..

o değil de havaalanında burger king de kazıkçıymış! normal fiyatın yaklaşık olarak 2,5 katına satıyorlar her şeyi. bilin. mağdur olmayın sonra!

Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 1 de gayet güzel olmuş.

son olarak geçen pazartesi de Birce adlı dostun doğum günüydü. bir de burdan tekrardan kutlayalım. kutlu ola! :)

o değil de kısa sürede görüşmek dileğiyle...

*tam olarak nerede olduğunu bilmemekteyim

3.10.10

yurttan nağmeler/14

dady's home!

işte en sevdiğim yazı serimle (çok fazla serim varmış gibi) tekrar burdayım. nasıl özlemişim zaten buraları anlatamam. çalışırım yani işte şimdi. onun için burdayım...

okula bi geldim geçen çarşamba, kapıdan girdim böyle. huzura erdim resmen. şimdi diyenler olur orası mı huzur verici? vay efendim başka şehir mi yok da orda böyle sırıtkansın? hepsine daha önceden bu konuda bence ben bi cevap vermişimdir. vermediklerim bulsun beni..

işte öyle özlemişim buraları. zaten bi geldim. okulun içinde biri Hilal biri Ayşegül iki tane sevdiğim insan var ekstradan. daha ne olsun dedim, zaten bolca sevdiğim insan var, iki adet daha eklendi. çok da mutlu mesut geçiniyoruz geldiğim günden beri.

kampüsün yeşilliğini Karstayken nasıl özlemişim anlatamam size. hani zaten Erzurum'a uğradım orda da yeşil bir kampüs gördüm ama ikisinin bana hissetirdiği şeyler çok çok farklı olduğundan dolayı ciddiye almıyorum onu pek. her ne kadar pek sevmesem de bolca yeni insanlar gelmişler, hala daha biraz seviyorum ki bu durumu yeni birileriyle tanıştıkça ufaktan ufağa mutlu da oluyorum. güzel oluyor bayağı.

ha ben bir de birinci sınıf oldum bu yıl. pek bi farklı gelmese de şu sıralar, ileride bu konu yüzünden çok başım ağrıyabilir gibi bence. neyse ki gerekince yardım alabileceğim bolca büyük insan tanımaktayım. büyüklerin deneyimi olmasa kaydımı bile yaptıramayacaktım nerdeyse. o kadar seviyorum büyükleri. iyi ki varsınız. hep olun :)

şimdilik kampüs hayatında pek bir komik olay yaşamadım paylaşacak ama bence bunlar paylaşmaya değerdi. bu şehri ve bu okulu ne kadar sevdiğimi bi kere daha dile getirmeliydim bence :)

ancak şöyle bir gelişme oldu. bilen bilir SAS adlı topluluğa devam ediyorum. dediler ki biz bu sene eğitmen olacakmışız. hayırlısı diyorum. bu sene gelmeyi düşünen arkadaşlarım vardı. ayağınızı denk alın. sert hocayımdır :p

haydi şimdilik baş baş.. daha sonra adam akıllı böyle pc başında vakit geçirdiğim zaman yazarım yine inşallah. benim pc gelsin daha da sık inşallah. haydi görüşmek üzereee...

15.9.10

tatil içinde tatile çıkmak/2

yine yüzsüzlük yaptım evet. kabul ediyorum. bi tatilin içinde en az bi defa daha tatile çıkmadan duramıyorum ben. son 2 yıldır böyle oldu bu durum. sonum hayrola diyelim.

pazartesi günü kalktım ben sabah erkenden okur. Erzurum'a doğru yola çıktım. eski dostları görmek düşüncesiyle beraber böyle bir karar aldım ve bayramın hemen sonrasında da gerçeğe dönüştürdüm bunu. Burak orda değildi ne yazık ki ancak Sait, Ayşegül, Asena, Merve ve Nurbanu'yu gördüm geldim.

pazartesi sabahı zaten erken kalkmış olmanın verdiği o kendini çok salak hissetme durumu yetmiyordu bana, bir de otobüsümsü araçta bolca sinir stres yaşadım ben. öncelikle saat 8 arabası tamı tamına 40 (KIRK) dakika geç kalktı. bi ara dedim ki bu vasıta acaba bataklıktan falan yeni mi çıkartıldı ki dedim. saymaya kalkmadım ama en az 20 adet sinek olduğundan eminim içerde. zaten ilerleyen vakitlerde de sayıları ikiyi bulan (ki bu benim için önemli derecede büyük bir sayı) arılar benim dibimdeki camı ziyaret etmeye karar verdiler. zaten böcekleri sevmeyen ben bir de hayatı boyunca arı tarafından sokulmamış olunca, hayli korku dolu dakikalar yaşadım. bir tanesini kitabımın (kültürlüyüm diyorum, altta mesaj var bakın) ayracıyla o arılardan bir tanesini itekledim. hala daha ses duyunca acaba o arı geri mi geldi diye korkuyorum hafiften...

bi ara da bi kadın bindi vasıtaya, bi ufak bi de büyük oğluyla beraber. baktı benim yanım boş, yan sıramdaki adamın da yanı boş. sonra sanırım bir daha baktı ve benden korktu, gitti yan sıradakinden benim yanıma geçmesini istedi. kadın da haklı bi yerde, uzun saçlı garip bi erkek, boynunda akrep kolyesi falan. belki de onu yiyeceğimden korktu. tabi ben bu korkuyu sezince kendimden şüphe etmeye başladım. acaba yer miyim ki diye korkmadım değil yani. sonra tam bu fikri kafamdan atacakken önümde bir kadın oturduğunu fark ettim. Allahım nasıl korktum nasıl korktum anlatamam, bi ara dedim yiyorum kesin. belki bi ısırık almışımdır. emin değilim :/ ama onun dışında normal besleniyorum yani. korkmayın...

iner inmez gittim kalacağım yere kaydımı yaptırdım sonra büyük bir sevinçle Saitle buluştuk, ardından bir süre sonra da Merve bize katıldı. bu sırada eski sınıfımdan da bolca kişi gördüm, özlemişim dedim ben buraları. ondan sonra bi baktık ki Merve eğer bi yere gideceksek arabayla gitmek zorundayız dedi. babasının arabasını almış meğersem. ehliyeti varmış. vay be dedim sonra. ilk kez bi yaşıtımın sürdüğü arabaya biniyorum. harbi çok ilginç geldi ama. demek ki dedim, biz büyümüşüz...

ancak daha sonra içime çok oturan (bkz: çok oturmak) bir durumla karşı karşıya kaldık. adamın biri sen kalk, koskoca Range Rover'ı git duvara doğru park edilmesi gereken park alanında duvara paralel park et. hala üzülüyorum. acaba o satıcı bu adamın böyle yapacağını bilse satar mıydı diye soruyorum kendime. arabanın dili olsa nasıl söver bu sahibe bunu soruyorum. çok acıydı yani okur, anlatamam...

sonra da the expendables adlı filmi izledik. o kadar ayarlı bir şekilde geç girdik ki filme, tam izleyici kitlesinin gösterildiği yerde girmişiz. hiç reklam izlemeden izledik diye filmin güzelliği böyle on yirmi kat falan arttı yani. sağlam kadroluydu film de Arnold amca biraz daha oynayabilirdi bence. kısmet tabi...

ha size hııı amcadan bahsetmem lazım bir de. oda arkadaşım Mehmet Ali Birand'ın birazcık farklı modeliydi. ııııı diye takılmıyordu, ancak ben konuşurken her daim hııı diye takılıyordu. çok ilginçti...

ertesi gün de Ayşegül, Asena ve Nurbanu'yla buluştuk. Sait zaten 3 günümün ortak elemanıydı. hepsini kapsadı sağolsun. bolca muhabbet ettik. sonra gittik koskocaman bi pizza yedik. Ayşegül bana zorla kenarlarını da yedirtti. bunu unutmadım bak, okulda çekeceksin. burayı muhtemelen okumayacağını bildiğimden burdan uyarıyorum, demedi deme! :)

sonra bi masa hokeyi oynamışız. akıllara ziyan. Ayşegül, Asena'yı sakatladı falan. o derece bi oyundu. zaten takımlar o kadar sık değişti ki 4 maçın da bir kazanan takımı yok yani. çok çok güzeldi ama...

o gün akşam da İkea'nın yeni reklamının çok hoş olduğu gözlerimden kaçmadı. herkesin hah ve hıh sesleri çıkardığı reklam hani.

bugün de sabahtan Saitle kahvaltı yaptık, gezdik tozduk derken yine sonunda o aynı vasıtaya bindiğim bir yolculukla buraya geri geldim. bu sefer de vasıtada aslında tek kişilik yer olmasına rağmen muavinlerin uğraşarak 2 kişilik bayan yeri yapma çabalarına şahit oldum. böylece hem o iki bayan hem de yanlarındaki iki bay vasıtaya binecekti muavinlerce. çok şükür binmediler ve son derece yavaş bir şekilde evime geldim... sağolsunlar ki canımla eş değer derecede sevdiğim kulaklıklarım yanımdaydı...

kısacası yolculuk kısımları hariç pek güzel bir tatil yaptım okur. bence sen de yap. kalk git eskilerden birilerini gör gel. çok hoş. öyle yani...

şimdilik baş baş... inşallah kısa süre sonra görüşmek üzere...

31.8.10

yok başlık maşlık

atarlı başlık olmuş di mi? korkmayın atar yapmayı düşünmüyorum. ama belki biraz olur yani. belli olmaz. neysem

Kars'a gelmiş bulunmaktayım geçen salı itibariyle. gecenin 4ünde Mersinden Adanaya bi yolculuk yapıp ardından da önce Ankaraya ordan buraya uçtum. Ankaraya uçarken yan sıramda bir çocuk vardı. uçuşun ilk 15 dksını zehir etti bana. ağlasan hadi neyse. "anneeee bu uçak uçmuyooo, düşüyooooo." diye mızmızlana mızmızlana deli etti beni. hayır lost izlemiş adamız. korkuyoruz haliyle...

ha lost demişken. ya arkadaş dün gece emmy ödüllerini izledim izleyebildiğim kadar. sonra saat 5 oldu mu bi baktım uyumuşum. o değil de. lost hiç ödül almadı. çok ilgincime gitti (doğru duydunuz ilgincime gitmek diye bir şey türettim) zaten çok az dalda adaylığı vardı. hiç Jack i falan geçtim de. Benjamin nasıl emmy almaz ya? o adama nasıl vermezsiniz o ödülü? Michael Emerson idi o en iyi yardımcı erkek oyuncu (drama) ödülünün sahibi. Neil Patrick Harris de Barney rolüyle en iyi yardımcı erkek oyuncu (komedi) ödülünü kapamadı ama ona yorumum pek yok. izlemiyor olduğum bir dizi olsa da hakkında fikir sahibi olduğum için The Big Bang Theory'nin Sheldon'unu tebrik ediyorum burdan. zira adam komedi dalında en iyi erkek oyuncu ödülü aldı yani. çoğu diziyi de duymamıştım bir kısmını da hiç izlememiştim emmy alanlardan. ama o ödül Michael'ındı. yanlış yaptınız...

işte buraya geldim geleli pc başında internette veya supernatural izlemekteyim. yahut kitap okuyorum. Stephen King (kendisi adamım olur) adlı yazarın orjinal adı "needfull things" olmakla beraber Türkçe adı "ruhlar dükkanı" olan romanını okumaktayım. bugün dedim ki hazır bende müzik kulaa var biraz. my immortal'ın notalarını buldum ama ı ıh. o kadar garip semboller varmış ki bilmediğim şarkının başını bile çalamıyorum oraya bakarak. ona bakmadan biraz biraz işte. aman öğrenmeden girişme okur.

ya o değil de. yurttan nağmeler yazmayı özledim ben. Ankaraya dönünce bol bol konu çıkacak neyse ki. çünküü bu yıl iki can dost Hilal ve Ayşegül de odtüyü kazanmış bulunmakta. ammaan sabbahlar olmasın :p

bir de son olarak sizlere bi haber vermek istiyorum. çok yedim çok yedim buraya geldiğimden beri böyle oldum. yaa yaa. şaka tabi. kısa bir süre sonra bu blogta bir adet kısa hikaye denemesi göreceksiniz. onu haber vereyim dedim. tabi ne zaman olur belli olmaz ama üzerinde çalışmaya başlayacağım şu aralar.

başka da bir şey yok. kalın sağlıcakla. msn e falan çağırın sıkılmayayım burda. baş baş...

dipnot: bu arada inception rocks!!!

17.8.10

tatilin uzatmaları

ben sanırım buldum bu ara neden yazmadığımı yine. beyle uzuun uzun aralar vermemin sebebi yazları yazı yazmak için gerekli mecali bulamamaktan kaynaklanıyor sanırsam.

tatilin uzatmalarını oynayarak hiç tanıdığım insan olmayan şehir Kars yerine eğlenebildiğim şehir olan Mersinde kaldım ben 2 haftalık uzatma süresi eklettim kendime. tabi her şeyin bi - yanı vardır. bkz: -->

karikatürle o bkz kısmını pek uydurtamadım kusuruma bakmayın.

sanırım 2 gece önceydi sevgili okur. modifiyeli fayton gördüm. cidden böyle adam mavi sanırım adı neon olan ışıklandırma yaptırmış faytonuna. bir de ses sistemimsi bir şey çekmiş arkaya. gecenin 1 ine doğru kokoreççinin önünden dans müziği çalarak gösteri yaptı adam. aynen böyle mikemmel araçlarıyla hava atan garip gençler gibi hava atma çabası içerisindeydi kendisi. en azından biz öyle gördük tabi. günahını da almamak gerek.

hee bakın ne diyeceğim size. efsanevi dizi Lost'u bitirdim, harbi de sağlamdı doğrusu. ancak şimdi Supernatural'a başlamış durumdayım ve çok çok güzel giden bir dizi bence. tam benlik. fantastik yaratıklar, şeytan iblis öldürmeler falan. oyy, en iyisi yazdıktan sonra bir bölüm izlemek...

inception da sağlam izlenilesi bi film hani...

sinema uğruna gecenin 1 i civarında da sokaklarda olmak ilginç bir deneyim. tavsiye edilir şiddetle ;)

son olarak bu sıcaklarla boğuşmak durumunda olan herkeslere sabırlar diliyorum. ve hayırlı ramazanlar diyerek son bir karikatürle yazımı kapatıyorum. baş baaaş :)

22.7.10

metal up your ass


evet okur. bu o yazı. hayatımın konserinin yazısı. Sonisphere 2010 İstanbul ayağı son günü.

evet ordaydım!!!

İnönü stadyumunda yapılmış olan harikulade bir festivalin son gününe katıldım ben de. tek başıma katıldım, gelecek başka birilerini bulamadığım için. ama kesinlikle değdi.

saat 12:40 civarlarında stadyum dışında beklemeye başlamıştık. herkesler "hacı burası sahne önü mü?" "hoca vip tribün girişi nerde?" sorularıyla etrafta geziniyordu. gel vakit git vakit önümdeki genç ile muhabbet kurduk. malum içeri giriş uzun sürünce sıkıldık orada. neyse bu arkadaş bana o günkü 6 konserin 4ü boyunca eşlik etti, arkasından kaybettik birbirimizi zaten. kendisi sağlam metalci olduğundan ben çoğu yorumuna "hıhı" "evet" "olabilir valla bilmiyorum" şeklinde cevap vermek durumunda kaldım. oysa ki sadece Metallica için oradaydım.

ilk iki konser Gren ve Foma adlı 2 adet Türk grubundu. ilki hangisiydi hatırlamıyorum ama şov uğruna kendini yerlerde paralayan kötü bir solisti vardı kendisinin. diğerleri de, eh işte..

biz de 4 konserlik arkadaşımla gezindik saha içindeki standları falan. buralarda normal parayı gidip exi26 reklamlı jetonumsularla değiştirmemiz gerekiyordu. içeride fiyatlar tabi hayli yüksekti ama yaklaşık 10 saat içeride kaldığımdan bir şeyler yemek gerekti. artan jetonumsular da konser biletiyle birlikte durmakta cüzdanımda.

neysem, sonrasında tarihte ilk kez aynı sahneye çıkacak olan big four dan ilki sahneyi aldılar. Anthrax adlı bu daha önce hiç duymamış olduğum grubu nasıl duymamış olduğuma fazlasıyla şaşırdım konser sonrası...

ardından 2. sırada Megadeth sahne aldı. solistin mikrofonu biraz daha açık olsa daha hoş olabilirdi ancak güzel bir konser de onlardan dinlemiş bulunduk.

tabi konserler sırasında pogolar son sürat devam ediyordu. yanımda burnu kan içinde birileri de geçti arada. ondan sonra bir de konser aralarında stadyumun canı sıkılmış olacak, tüm konser aralarında toplam 20-30 civarı meksika dalgası yaptılar kendileri. saha içinden izlemek pek keyifliydi doğrusu.

5. konser Slayera aitti ve ben bu sırada arkalara doğru kaçtım biraz. malum birazcık(!) gürültülü geliyorlar kendileri bana. konserlerinin sonuna doğru aklıma dank etti. "oha lan!" dedim "bundan sonraki Metallica, herkesler öne doğru hücum eder, şimdi ne kadar gittin gittin." dedim. önlere doğru gittim gidebildiğimce.

sonra yaklaşık her konser sonrasında olduğu gibi bir grup insan sahayı terkettiler. "Metallica niye geliyor ki lan, şu ortama bak." "Metallica'ya kimse kalmazsa ne gülerim lan puhhohaha" şeklinde saçma salak yorumlarda bulunanlara da bir tarafımla gülüyorum çok afedersiniz...

hayatımda gördüğüm en sıkışık topluluğun içine daldım sonrasında. heyecanla bekleyiş sürüyordu. üzerimde take a look to the sky just before you die yazan t-shirtimle, tüm heyecanlımla bekliyordum ben de.

hava gittikçe kararıyordu...

heyecan artıyordu...

konserleri çoğunluğun izlediği 2 küçük ekran haricinde arkada birden bire dev bir ekran belirdi. işte buydu. olması gerekendi. oluyordu. (ay çok heyecanlandım yazarken yine)

The Extasy of Gold ekranda belirdi. çaldı çaldı. artık millette sabır kalmamıştı.

ardından geldiler. tüm ihtişamlarıyla James Hetfield, Kirk Hammett, Robert Trujillo ve Lars Ulrich sahnedeydiler. çığlık çığlığa bağırıyorduk sadece. ardından giriş yaptıkları Creeping Deathi bir süre o anki afallamadan dolayı anlayamadan dinledim.

Metallica'yı bu kadar sevdiğimi bilmiyordum hiç. ilk şarkılarını hep gözlerim dolu dolu dinledim. Rüya gibi akıp gidiyordu işte. öylece de geldi geçti.

dinlediik dinledik. One şovu mükemmeldi. başındaki çatışmanın hepsini alev ve havai fişek şovuyla yaşadık biz de. ve tabi ki mükemmel Fade to Black ve Nothing Else Matters performanslarında da gözlerden süzüldü yaşlar.

ilk gidişlerinden sonra tekrar gelip 3 şarkı daha çaldılar. en son olarak Seek and Destroy çalınmadan önce, James tüm ışıkların açılmasını ve hepimizin birden sahnedeymişçesine söylemesini istedi. söyledik. bağıra çağıra söyledik durduk. sonrasında pena ve baget dağıtımı yapıldı. davulunun üzerinde metal up your ass yazan Lars Ulrich bagetlerini atarken tüm şebekliğini yaptı. big 4 penaları poşetlerden çıkıp tüm sahne önü kesimine yağdı. ardından Death Magnetic turunu bitirmek için İstanbuldan daha yi bir yer düşünemediklerini dile getirdiler. Bizi en yakın sürede tekrar göreceklerini söylediler. ve gittiler...

hayatımın en mükemmel 2 saati de böylece bitirdim işte okur. ölmezlerse eğer tekrar geldiklerinde görmeye beraber gidelim okur, unutturma ;)



James, sesine ve tipine. Kirk, muhteşem sololarına. Robert, duruşuna ve çalışına. Lars, mükemmel müziğine ve konser boyu dışarda duran diline.

hayranım...

evet oradaydım!!!

18.7.10

gecikmeli İstanbul hikayeleri

okur. gecikmeli istanbul hikayesi ne lan? diyorsun, duyuyorum. her türlü yazmayı aksatmış olduğum için kızgınsın bana. ancak telafi ederim bak. karar verdim. internet başına nerdeyse her oturduğumda başına ekşiyeceğim senin tekrardan. here it comes:

tabi benim tatil başladı tee haziran 22 de. sınavımı oldum bittim, prof var ya hani çok öğrencinin çok korktuğu. o işte. girdim çıktım anlımın akıyla da geçtim vesselam.

neysem, sonra gittik İstanbul'a 1,5 hafta kadar kaldık da sağlam kaldık harbi. neler yapmadık neler yapmadık. hele ki sonisphere adlı bir kısmısı var ki onun yazısı bundan sonra gelecek. dıbıdıbıdımmmm

İstanbul görmeyeli kalabalıklaşmış. önce bunu fark ettim. çok sessiz sakin bir şehir idi oysa ki orası(!) ilk günler evin içinde oturmakla geçti hep. ancak öyle güzel bir ilgi odağımız vardı ki (40K kere maşallah) hiç sıkılmadık. minik kuzenim Rüya hanımla geçti bir süre vaktimiz.

arkasından bir baktık ki olmuş hafta sonu. e dedik haydi "karşı"daki eski aile dostlarını görmeye gidelim. gittik, mükemmel sanat ürünleriyle dolu caddelerde gezindik. Sultanahmet olsun, Ayasofya olsun, Topkapı olsun. off. anlatırken böyle bi tekrardan aşık oluverdim güzelliklerine. keşke her birinin içini gezebilecek vaktimiz de bulunsaydı doya doya. ancak onlar yerine Yerebatan Sarnıcını gezdik. gezerken pek bir esprisi yokmuş gibi gelse de koca sarnıç lan. düşünsene koca saray ve daha fazlası ordan su içiyordu. içindeki Medusa başlarının da hikayesini öğrenmenizi tavsiye ederim. bkz: Medusa ->

arkasından gelen pazar günü inönü stadyumunda İstanbul inledi dostlar...

daha sonrasında Kıbrıstan eski bir dost olan ms ile buluştuk ettik, pek güzel bir gündü doğrusu. üzerine hışımla yürüdüğümüz deniz kenarındaki masaya bir teyzemizin koşa koşa oturması ve bize "aaa münasabetsiz!" muamelesi yapması hatırımdan çıkmayacak bir olaydır artık.

tatilin 2 günü de turist moduyla adalarda geçti. Büyükada ve Heybeliadada. kapri, t-shitrt, sırt çantası, şapka ve fotoğraf makinesi 5lemesiyle adalarda gezindim. Heybeliadada kaldığımız odanın manzarası dillere destandı. 2 saat boyunca müzik dinleyerek sıkılmadan izledim o manzarayı. olsa da gitsek...

gitmeden 1 gün öncesinde ise başka bir can dost Murat ile buluştuk. bana o sıkışık zamanında ayırmayı başarabildiği 2 saati için teşekkürlerimi sunuyorum.

İstanbul güzel şehir arkadaş, hiç bir zaman güzel değil demedim. her yaz 1 hafta gezsem, ömrümün sonuna kadar kesin bitirmiş olurum herhalde.

tabi ki bu kadar anlatılan güzellikler sadece yazıyla kalmayacaklar. yaz tatilim sonunda gelecek albümde seyretmek gibi bir lüksünüz de olacak. evet. her platformdan yayınlayacağım tatilimi yüzsüz yüzsüz (muhuhohğahhğah)

sonisphere yazısında görüşmek üzere.

dipnot: hağ bir de sadece sana özel olarak temamı değiştirdim. yeni bir Gökhan olarak bul istedim beni.

16.5.10

en güzel günüm gecem

evet sevgili okur. kız bana. döv beni. haklısın çok uzun zamandır yazmadım. ve sebebi de üşengeçlikti çoğunlukla. ama konu da çıkmadı değil hani...

aslında 2 gün önceden yazımı yazmaya karar vermiştim ancak biraz daha bekleme kararı aldım. zira şenliğin ortasında yazmaktansa şenlikler bitsin, dolu dolu her şeyleri yazayım istedim sizlere.

okulumuzda bu yıl 24. kez düzenlenen uluslararası* bahar şenliği dün bitti arkadaşlar. ve bu 4 günlük şenlik okulda geçirdiğim en güzel günlerim ve gecelerim oldu. öncelikle demek istiyorum ki her ne kadar bi dünya insan şenlikleri uluslararası gençlik topluluğu düzenlemesin artık dese de. bence gayet güzel bir organizasyon yapmışlardı kendileri. ayrıca haydi bakalım hangi topluluksanız siz gidin de bi spronsor dahi almadan koca 4 günlük şenlik düzenleyin.

neyse efendim. şenliğimizin ilk gününde "Neverland" adlı bir grup bizlerle oldu önce. ardından da büyük bir kalabalıkça beklenilen "Duman" sahneye çıktı. kendileri bizi beklendikleri gibi çok güzel coşturdular. hatta ertesi sabah kalktığımda boynumda olan ağrıyı ben bilirim. Duman'ın sahneden indikten çok kısa süre sonra ışıkların açılmasına verdiği tepki** de güzeldi bence. tebrik ederim kendilerini

ikinci günümüzde ise gittim bizim SASın standında durdum birkaç saat. adı balon ile balık adam vurmaca olan etkinliğimiz balon ile çöp adam vurmaca oldu birazcık. çifter çifter gelen gruplardan bir kişi çöp poşeti giydi. biz de eşinin eline su balonlarını tutuşturduk, karşıdaki güzelinden bi ıslandı :) etkinliğimiz ilk gün yapılamadı, son gün de ben gidemedim. ancak üçüncü gün eşini bir kere kafasından iki kere de gövdeden vurarak 200 puan toplayan arkadaşımızı geçen olmamıştır sanıyorum. kendisini buradan ayakta alkışlıyorum :)

ikinci günün akşamı ise en çok eğlendiğim gün oldu. bu sefer ilk günkü gibi tribünlerde oturmak yerine, çalmakta olan 45lerden gelen şarkıların da verdiği gazla sahne önüne koştum arkadaşları da alıp. orada da SAS vardı, başladık dans etmeye herkesle. bu tatlı nostaljinin üzerine "Marsis" geldi ve bizlere kemençe ve tulum eşliğinde bir rock sefası sundu. onların da inmesi üzerine çıkan "Sulukule Roman Orkestrası" sayesinde de çook uzun zamandır atmadığım kadar göbek atmış bulundum. her ne kadar kaklan tozun dumanın haddi hesabı olmasa da, o dumanlar sahne önündeki herkesin beyninin içine kadar işlemiş de olsa. mükemmel bir eğlence vardı o gece.

üçüncü günümüzde pohi çevirmeyi öğrendim sevgili okur. hani şu jonglörlerin iki adet -çoğunlukla- çoraplara bir şeyler doldurarak yaptığı iki adet şey, sallıyorlar sağdan soldan. ondan işte. doğal yetenekli çıktım sevgili okur. bana pohi yapın sizlere de göstereyim hatta.

üçüncü akşam ise "Bajar" adlı bir grup bizleri karşıladı önce. Türkçe ve Kürtçe karışık şarkı söylediler kendileri. solistin yanlışlıkla "yaşasın ayrımcılık" demesi ve sonra bunu düzeltmesi de hayli eğlendirdi doğrusu. bu sırada sahanın içinde önce insanlarla, ardından mumlarla "Devrim" yazıldı. kendilerinin ardından ise bizlere "Leman Sam" çok güzel bir gece yaşattı. yanında da büyük kızı (yanlış hatırlamıyorsam) "Şehnaz Sam" gelmişti. birlikte verdikleri konser kulaklarda güzel bir tat bıraktı gerçekten. ancak Leman Sam'a eğer saat 22,30 da sahneden inmezseniz, ışıkları kapatırız diyen kim ise kendilerine çok kızdık hep bir ağızdan. bir de Leman Sam'ın Duman'ın bile yapmadığı bir şekilde tüm ışıklar açıkken aşağıdan bira alıp içmesi ayrı bi olay oldu :)

son günümüzde ise sabahtan kalkıp bizim standı ben gittim açtım. bir süre oturduk ve saat ikiye geldiğinde izci topluluğunun düzenlemiş olduğu "Kemal Terapi" adlı etkinliğe katıldık bir arkadaşımı zorlamam yoluyla. normalde dörder kişilik olan takımlara rağmen biz iki kişi gittik ve 5 grup arasından 3. olarak bence büyük bir başarı kaydettik. ormanda düzenlenen parkurda hayli eğlendik. bu gerek yerlerde sürünerek, gerek denge oyunlarıyla, gerekse de çelik halattan kaymayla oldu. bir daha olduğunda kaçırmayın derim sevgili bizim okullu okurlar.

akşamında ise "Flu" adlı, reklam yapmadan duramayan grup bir süre sahnede bulundu. ardından "Revolverheld" adlı Alman rock grubu geldi ve hayli beğenimi topladılar. hepsinin üzerineyse "Nazan Öncel" bizi eğlendirdi. arkadaş grubum sıkılmış olmasaydı konserin sonuna kadar durabilirdik, ancak gidip çarşı önünde sohbet ederek de güzel güzel eğlendik.

hatta. iyi oldu güzel oldu çok da iyi güzel oldu.

*uluslararası dediğin şenlikte okul dışından gelenlere niye bu katılık?
**sevilen gruplar eğer bi daha bi daha deniliyorsa tekrar sahneye dönerler. öyle hemen gidilmiş gibi ışıklar açılmaz. isterlerse biz sabaha kadar da çalarız burada (ve üzerine yarım saat daha durulur)

26.3.10

Boşluk/4

beklenmedik bir şekilde bloga bi süre ara verdim okur. bilmem fark ettiniz mi? neyse efendim dedim bari yazayım bir artık. malum sınavımızı da olduk bitti.

bu aralar bi boşluk durumuna düşmüş durumdayım yine. garip bi monotonluk var hayatımda. herşey aynı gidiyor ama mutluyum ilginçtir. seviyorum burayı ben. her ne kadar bir nevi uzayda olsa*

bahar geldi canlar. hadi yazar okur buluşması yapalım (çok ünlüyüm ya hani) birileri benimle iletişim kuruversin. farklı birşeyler yapmış oluruz hem. olmaz mı ha? Ankara sınırı içerisindeki okuyucularıma sesleniyorum. iletişim adresimi bilen bilir, bilmeyen varsa (ki sanmam) yorum yapıversin. taanrım zorla birileriyle buluşmaya çalışıyorum yine, ne olacak benim bu halim :) kısmet.

Metallica - Mama Said dinleyin arkadaşlar. 3 gündür 53. dinleyişim belki de şu anda şarkı. arka planda çalmakta her daim nerdeyse :) hatta buyrun size link.

ilkbahar da geliyor okur buralara. sabahları okula giderken kuş cıvıltılarıdır falan ne şeker şeyler öyle. özlemişim ilkbaharı. Ankara'nın bitmek bilmeyen gri havası şu aralar yerini yeşil ve koyu tonlarına bırakmış durumda. yakında açık yeşil de olur. tadından yenmez. zaten Ankara havasını yakıcı bir şekilde sarıyken burda olur muyum bilmem ama herşeyiyle güzel. seviyorum lan bu şehri. neden bilmiyorum da şu İstanbul'a duyulan aşkın aynısı bendeki işte. itiraz istemem.

yazarken parmak basmayı planladığım konuyu unutmuşum. Odtülü gençlik bir adet sözlük açmış. ekşisözlük türevlerinden bir tanesi. ben de ara sıra ekşiye bakardım, dedim orda yazar olmaya kalksam yıllar yılı beklerim. burda yazar olayım. girdim sözlükodtüde yazar kesildim milletin başına. bunları da paylaşayım istedim sizlerle.

son derece gereksiz bir yazı oldu ama toparlayacağım. söz size. dönüşüm güzel olacak. bekleyiniz...

haydi ben dönene kadar iyi günler sizlere, baş baş :)

*: orda atıf var. kötüleme değil :)

dipnot: günler böyle farklı renklerdedir benim için. bu da benim ilginçliğim işte.

3.3.10

yurttan nağmeler/13.5

başlıkla ilgili açıklama: niye mi 13 değil? pek çok kişi sevmez ya o sayıyı, ben o yüzden inadına çok severim. ayın 13 lerinde ya da 13 le ilgili hiçbi bişeyde işlerim ters gitmedi. benim için inadına "uğurlu" bi sayıdır o. kıyamadım dedim 13.5 olsun dedim

atlasjet (bir thy markası) uçaklarından bir tanesinde de "13" numaralı koltuk sırasının olmadığına şahit oldum okur. sizlerle de paylaşayım istedim

bu yazıda korkutucu bişeyler yazayım isterdim de sayı uğruna, yok öyle hikayelerim. kampüs yaşamının sanki renklenmiş mi olduğundan bahsedeceğim size. nedendir bilinmez, pek bi eğlenceli geçiyor geldiğimden beri. guitar hero mu? langırt? belki de bilardo? or, ooooor (Barney alıntısı) arkadaş ortamım birbirine daha da ısınmıştır belki de. eğlenecek bişeyler bulabilmek zevkli okurlar. gelin evde kalanlar 1 hafta yurtta kalsın, hatta beğenirlerse arada kendi aramızda değişim programı yaparız haftalık falan? ev yüzü görürüz biz de hem fena mı?

size son favorimden bahsetmek istiyorum. "the annoying orange" aman Allah'ım bir portakal bu kadar sinir bozucu olamaz dedirten kısa skeç mi desem, animasyondur belki de, onlardan işte kendisi. girin izleyin derim. the annoying orange a bağlı olarak ta etrafta "hey, hey apple. hey apple. apple. hey apple" diye dolaşırsam şaşırmayın

bir de bugün antrenmanda (saat itibariyle dün) farklı bişeyler oldu. "sinüs patlaması falan olmuştur" muş olay. önemli değilmiş galiba da hayırlısı. böyle yüzerken vücut sıkıldı sanırım kendi kendine bi değişiklik yapmaya karar verdi. böyle de garibim işte, durduk yere patlattım sinüsü geldim. kısmet dimi Caner? bi de dimi Murat?

neyse sevgili okur gece gece çok yazdım. kollarım pek tutmuyor antrenman dolayısıyla. aynı oranda tutmayan bacaklarımın beni yatağıma çıkartabilmesini temenni ederekten sizlere hoşçakalın diyorum

hoşçakalıııın ;)

17.2.10

yurttan nağmeler/12

selam genç yaşlı tüm okuyucular. okuluma yurduma döndüm, kaç gündür sizlere yazı yazasım vardı da erteliyordum. bugün de ertelenmiş hali bu zaten, yapacak bişey bulamadım yazıyorum gibi bi olay

neyse arkadaş yurdu özlemişim yarı resmen yahu. çok ilginç bir şey, insan evinden sonra neden ister ki yurtta kalmak? yurt bahane ortam şehane, uuu :p geldim özlemişim buraları, yeni sınıfımla tanıştım. hoş gibiler, hocamız da iyi gibi görünüyor. ancak Sema Hoca ya her daim saygılar...

işin garibi bugün kitapta "erkekler ve bayanlar arasındaki iletişim problemleri" diye konu var diye hoca gitti bizi ayırdı erkekler kızlar olarak. sınıfta düşman olduk nerdeyse kanlı bıçaklı. yarına unutsalar bari. ne oldu demiştim?

bir de size guitar hero demem lazım. daha önce öve öve bitirememiş olsam da. bizim oyun salonumuza 3 adet gelmiş kendisinden. çok zevkli arkadaşlar. geçin başına çalın söyleyin. bayağı zevkli hani. bugün guitar hero ya diye çarşıya çıkıp kendimi kızılayda buldum, oyun da oynayamadık ama yeni insanlarla tanışmış oldum. beni okumaya başlarlar da eski yazılarımı okurlar ise bu selamımı da görmüş olurlar buralardan

haaağ, 2 de kalan son arkadaşların hepsi benim yurda aynı odaya çıktı. şansa bak sen müdürün yaptığı ufak ufak ayaklara rağmen ben de taşındım yanlarına. bizim binayı görüyor yeni odamın penceresi..

sizlere son olarak 14 şubatta aldığım bir adet kartı paylaşacağım. kendisi Anadolu Jet (bir THY markasıdır) tarafından verilen sevgililer günü kartı ve çikolatasıdır. o çikolatanın şekli kalp olmalıydı aslen ama eridi tabi ben resmini çekene kadar yurda getirip. neyse buyrun yiyin:



gününüz geceniz hoş olsun, baş baş...

12.2.10

oyun çılgınlığı

ne kadar çılgın bir insan oldum ben yahu, kaçıncı çılgınlıklı yazım bu bilmiyorum ama oldu sanki epey, heheh

neyse, çıldırdım arkadaşlar. boş zaman deli etti beni. ne oynasam ne oynasam şeklinde dönüp dolaşıyorum. zaten bioshock 2 oynuyorum da sindire sindire zevkini alarak oynuyorum. yoksa modern warfare lerdeki gibi çat diye biter falan, gerek yok hiç.

onun dışında zaten facebook sağolsun oyun ve video sitesine döndü. oranın oyunlarında vakit öldürüyorum biraz da. en sık oynadığım texas hold'em poker. bi kaybedip bi çıkmasam tam olacak sevgili okur. şans gönder bana, bişey yap. olmadı oyuna giripte belli bi chip miktarına ulaşıp bıraktıysanız, chiplerinizi bana yönlendirseniz de olur. hadi okur, aslansın sen, yaparsın sen...

bi de bejeweled blitz oynuyorum. kendi listemde 3 haftadır birinci sıradayım, ama kendimle yarışmadan edemiyorum. elmasları birleştirip şangır şangır patlatıyorsunuz falan, zevkli. hem gelin bana rakip olun. kendimle yarışınca sıkılıyorum :p

sonraa scarab solarite var, farklı bi çeşit fal kendisi. girin görün valla özetlemesi güç bişey, uğraşamayacağım şimdi onunla

son olarak ta bouncing balls var. o da eski klasik oyunlardan, top üstüne top atıyorsun falan filan. ama orda bi türlü rekor kıramadım. azimliyim ama olmuyor. hayırlısı diyorum.

başka önerileriniz olursa beklerim arkadaşlar. aynı oyunlar sıkmasın. hem siz de girin nasibinizi alın o oyunlardan, gençken yapılacak 101. şey diye başlayıp devam ediyor onlar sırayla ;)

bir de şu paylaşım çılgınlığı var okurum. değinmeden edemem. o çılgınlığa henüz sarmadım ben çok şükür de geçen gün baktım, bir adet arkadaşım 3 er 5 er dk lık bi dünya klibi 1(bir)er dk arayla paylaştı. yavaş ol diyecektim de baktım hızını alamamış görmez beni falan bıraktım öyle. biraz sakin olalım arkadaşlar. izlemeden paylaşmayalım en azından, ayıp ama...

bu gecelik bu kadar benden, yurduma dönünce farklı olaylar falan olur anlatırım yine. hadi baş baş...

9.2.10

I am a big daddy!

evet sevgili okur bugün kendi sınırlarımı aşmaya karar verdim elimden geldiğince. sizlere bir adet inceleme sunacağım. aslında sunacağım şey ne tam olarak bir inceleme ne de ön inceleme, zira ikisi için de şartları sağlamıyor :) neyse bakalım konumuz uzun zamandır beklediğim oyun "Bioshock 2" bu yazı bioshock oynamamış olanlar için fazlasıyla garip gelebilir, kendimce yaptığım bir inceleme ve hayranlık ürünü bir yazıdır...

neyse oyun raflarda yer aldıktan yaklaşık 1 saat sonra falan muhtemelen internete de düşmüş olacak ki oyun şu anda elimin altında mevcut, az biraz oynadım gelip sizlere oyunun mükemmelliklerinden bahsedeyim istedim.

hikayeye bi kadının kafamıza zorla sıktırmasını gösteren bi introyla başlıyoruz, ardından nasıl başarmışsak 10 yıl sonra uyanıyoruz. biz bu oyunda şu minik kızkardeşleri korumakla görevli big daddy adlı robotlardanız. ancak şöyle bir özelliğimiz var ki rapture da üretilmiş ilk prototipiz ve diğer big daddy lerin aksine kendi kendimize düşünme ve plasmid kullanma gibi ayrıcalıklarımız var. düşünün şenliği artık

geçen oyunda en büyük düşmanlarımız big daddylerdi, hala daha da big daddylerle savaşmak zorunda olduğumuz yerler var, onların evlatlıklarını evlatlık alarak adam topluyoruz falan filan. ancak bu oyundaki en büyük düşmanımız big sister. okuduğum birkaç yere göre evrim geçirmiş bir little sister mış aslında kendisi. oyunda bir tane var o mu düşman yoksa birden fazla mı gelecek hiçbir fikrim yok ne yazık ki. ancak kendisinin fazlasıyla atik olması bayağı zorlu bir düşmana çeviriyor onu

oyundaki en büyük avantajlarımızdan bir tanesi yakın dövüşte fazlasıyla güçlü olan drill'e sahip olmamız. gömüyoruz ölüyorlar, o derece. aynı zamanda geçen oyundakinin aksine plasmid ve silah arasında geçiş yapmak yerine aynı anda hem plasmid hem silah kullanabiliyoruz. birinci oyunda insandık o kadar zeki değildik siz düşünün artık. eve bittiğinde varsa eve hypo yu beklemeden kendi kendine kullanmakta avantajlı bir durum olmuş. ayrıca izlediğim birkaç ön inceleme videosuna göre de plasmidleri bir arada kullanabilmek gibi bir özellikte var ama henüz çözemedim onu. alet hackleme tarzı olayları da farklı bir boyuta taşımışlar, uzaktan hackleme gibi bir seçeneğimiz mevcut


sanki geçen oyun bizi grafikleriyle yeterince büyülememiş, su efektini harika kullandıkları yetmemiş gibi, bu oyunda bizi o mükemmel okyanus atmosferinin içine de sokmuşlar sevgili okur. tepemden geçen balıkların gölgeleri beni mutlu ederdi bioshock ta ancak bioshock 2 de bizzat balıkların dibinizden geçmesi, bir köpekbalığının "zınk" efektiyle önünüzden geçip gitmesi mutlu etmiyor değil oyuncuyu. hatta buyrun size direkt olarak oyun sırasında alınmış bir adet ss:


e artık daha birşey demeye ihtiyaç duymuyorum. fps sever, hatta fantastik fps mükemmel olur derseniz, de hadi buyrun. oynamadıysanız önce bioshock ardından bioshock 2 oynayın derim

başka yazılarda görüşmek dileğiyle, baş baş...

dipnot: oyunların hikayeleri şimdiye kadar göründüğü kadarıyla pek bağlantılı görünmüyor ama emin olamamaktayım

7.2.10

Boşluk/3

evet okur, gecenin bu vaktinde galeyana geldim yazı yazmak için. ilgincim bence de

öncelikli konu olarak sizlerden birşey istiyorum. bu aralar böyle eğlenceli hoş müzikler dinleyesim var ama rock değil. rock olsa da sert değil. böyle hoş şeyler işte anlayın. dinleyip dinleyip mutlu olayım gibi. bekliyorum tavsiyelerinizi

fark ettim de şu facebook denen yaratık bizim (gerçekçi olun şimdi yazılarımı okuyanların %99.9 u facebook hesabına sahip) hayatımızı yiyip bitiriyor. boş zamanımın %80 i facebookta geçiyor neredeyse. poker oynuyorum bejeweled blitz oynuyorum. ilginç oyunlar. sardıkça sarıyor. bırakın lan yakamı. hep Mark'ın suçu bunlar!!

evimi %1000 özlemiş olmama rağmen ilginçtir yurdu özledim arkadaş. ilginç midir ya da biri bişey desin kendimi garip hissetmeyeyim. ikinci dönem olsun bahar olsun istiyorum. şenlikler konserler bekleyin az kaldı

yurt demişken, ah ulan kaçırdım şu kış kampını sas'ın ya benden pişmanı yok. tamam ailemle daha çok vakit geçirdim, hatta gittim bi de ekstradan Erzurum'daki arkadaşları gördüm gayette mutluyum tabi ki ama sas insanları kamp resimlerini internete yükleyince ben yine sık sık "ah Gökhan aaah" derken buldum kendimi

bu sefer hayli kısa bi yazı oldu, zaten birden yazasım geldi de yazdım dediğim gibi. madem öyle sizlere birkaç adet şarkı tavsiye edeyim de öyle gideyim. kuzen sayesinde edindim çoğunu:

Pink - Sober
Pink - Funhouse
Gogol Bordello - Dub The Frequencies Of Love
Katerine - Ayo Technology (her söyleyen güzel söylemiş nerdeyse bu şarkıyı ya neyse)
Keane - Somewhere Only We Know (çat diye favorim oldu şu anda bu şarkı)
Lady Gaga - Poker Face (dinlemeyen kalmamıştır herhalde ya olsun)

şu başlarda bahsettiğim hoş şarkılar bunlar gibi olsa mükemmel olur hani, şimdiden teşekkürler ciddiye alıp tavsiye verenler :)

haa bi de Candan Erçetin - Bahar ne tatlı söylemişsin, ne güzel şarkı o öyle.

düzgün bi konu bulup adam gibi bi yazı yazana ( ya da tekrar estiripte kısa bi yazı yazana ) kadar baş baş...

kendime not: boşluğu da bildiğin seri yaptın ya hadi hayırlısı..

1.2.10

tatil içinde tatile çıkmak

evet sevgili okur. bunu yapacağım. yaparım bunu ben. (birisine aitti o ikisinden birisi, her kim ise selamlar olsun ona) duyar gibiyim sanki "yeter be insan. okurken bi dünya gezdiğin yetmiyor muydu daha nereye gidiyorsun?" şeklinde serzenişler. ki bunu yapanların bir kısmı üst sınıflardan hatta ailemden insanlar. "ben görürüm seni seneye keh keh" şeklinde bi tehditlerle karşı karşıyayım.

neyse işin özü yarın Erzurum yolcusuyum. çok çok görmek istediğim 5 adet insanla konuştum, onun dışında çok çok beni görmek isteyen varsa Erzurum okuyucularımdan (ya da Erzurum okuyucum varsa mı demeliydim?) telefonumu biliyorlardır muhtemelen.

tatilimden biraz bahsedesim var sizlere. bilindiği üzere evime yeni gelmiş bulunmaktayım. sarıldık koklaştık özlemlerimizi giderdik ailemle. yatağımla da yaptım aynısını. doya doya uyuduk beraber. artık kaçıncı yılları olduğunu bilmediğim canım ayıcıklı nevresimlerimle hasret giderdik.

buraya gelirken ayağıma postallarımı bi güzel geçirdim hava kötüdür diye. tabi postalların burunları demirden olduğundan, daha önce de bahsettiğim havaalanlarındaki usta(!) güvenlik önlemleri üzerimdeki diğer her metali çıkartmış olmama rağmen bağıra çağıra bi de üstümü şu diğer aletle arasınlar diye beni yolladı iki sefer. ha bir de bunu anlamam bak. havaalanına girerken beni siz taramadınız mı? arada free shoplarda falan silah bomba cinsi şeyler mi satılıyor? onlardan alıp geçecek değilim ya uçağa. neyse yine kızdım bak. neyse bindik geçtik. koridor tarafında olup uçakta yanımda da bi bayan vardı. cam kenarını da boş görünce kadın sanırım benden korkmuş olacak ki "ben şuraya geçsem daha iyi olur sanırım" diyerekten kendi kendine gitti oraya oturdu. bunu sesli söylemesinin sebebi nedir henüz çözebilmiş değilim. sonunda bitti ya o yol ona da şükür.

dünde kayağa gittik. cins bi insan modeliyle daha karşılaştım demesem olmaz onu sizlere. tamam kaymayı unutmuşum bunu fark ettim önce. bunu itiraf etmem gerek. az birşey kayıp bıraktım sonrasında da. son kaydığımda yolun sağ tarafına sapıp istemsiz olarak bi kızı yere yığdım. haliyle ben de yığıldım. neyse yardım ettim falan fistan. annesi çıktı kızın "nası başardın ki sen onu yapmayı?" diye çemkirerekten. neyse dedim sakin ol Gökhan. bilerek gidip kaza mı yapar lan insanlar? cins insan. aşırı korumacı çirkef anne modeli seni. ayıp ama..

Caner bu paragraf sana armağanım ola:

sevgili okur bu tatilimin ilk haftasını Caner pek bi renklendirdi. beni üşengeçliğimden kurtardı. "la oğlum modern warfare 2 çok manyak olmuş bak oyna onu mutlaka" dedi. daha önce bunu defalarca duymama rağmen şimdiye kadar Caner'den aldığım hiçbir oyun tavsiyesinde pişman olmadığımdan yine dinledim onu. oynadım bitirdim. yok arkadaş bu adamla oyun zevklerimiz nasıl uyuşuyor bi anlayamadım gitti. saygılar sunuyorum sana. ayakta alkışlıyorum seni. ayrıca modern warfare ler bağlantılıymış onu bilmiyordum öğrenmiş oldum. bu sebepten sonra da 1 i bitirdim. ondan da pişman değilim. sırada 9 şubatta çıkacak olan bioshock 2 var. o zamana kadar da herhalde cod 2 yi de oynarım gibime geliyor. bioshock u da Caner'den almıştım bak okur. oyun kıtlığındaysanız Caner'den tavsiye alınız benim diyeceğim budur.

son olarak bir de burdan Flashforward yapımcılarına sesleniyorum. mart çok geç ağbi, nolur şu diziyi erken başlatın aağbi...

hadi şimdilik kaçtım ben. dönerim sonra bi ara ;)

dipnot: şu assassin's creed 2 de pc ye çıksa artık keşke dimi ama?

21.1.10

3. boyut

evet sevgili okur bilindiği üzere üç adet boyutu bulunan bi dünyada yaşamaktayız. ancak yine bilindiği üzere Newton amcanın da bize sunmuş olduğu yerçekimi kanunu dolayısıyla pek te fazla 3. boyutun tadına bakma fırsatımız olmuyor.

ancak bugün benim oldu. pek mutlu oldum. acayip (doğru mu yazdım son kelimeyi??) zevkli birşey. bu zevki tatmamı sağlayan şey ise SAS (artık açıklamıyorum, biliverin artık sürekli okuyucumsanız SAS'ın ne olduğunu :p)

efendim bu SAS kış kampına yönelik antrenmanlar yaptı bu hafta. salı günü gitmemiştim ancak aynı katta kaldığım eğitmenlerimden bir tanesinden azarı yiyince hem vicdan azabı çektim hem de "amaaan" dedim "git be Gökhan, kampa gitmiyor olabilirsin ama kamp antrenmanına gitsen ne kaybedersin ki?" dedim. sonra da gittim.

az önce geldim odaya ve neredeyse ilk işlerden bir tanesi oldu bunu sizlere anlatmak. derim ki sizlere suyun altına dalın bi oraya bi buraya gönlünüz nereye doğru isterse dönün. zevk alın. keşfedin 3. boyutun zevkini...

ayrıca bugün baygın adam kurtarmayı öğrendik. elimizde baygın adamımız yoktu tabi ama yine de pratikte hiç hareket etmeden duran bir insanı suyun yüzeyine çıkarttım sonuçta. heyecanlı birşey :D ancak ağırlık kemerlerinizle bayılırsanız daha rahat kurtarırım sizleri, zira öyle öğrendim. lütfen kemersiz bayılıp suyun altında benim kafamı karıştırmayınız!

neyse şimdilik benden bu kadar. Cumartesi de evime dönüyorum. acaba bi yurttan nağmeler gelir mi hiç bi fikrim yok gitmeden. yarın bakarız ;)

hadi baş baş...

dipnot: Dan Brown Kayıp Sembol'ün bir yerlerinde diyor ki bilim adamları 10 boyut olabileceğinden bahsediyormuş, hatta bunların 6 tanesi 1 tane gibi davranıyormuş falan filan.. ilginç geldi not düşeyim istedim. daha neler görcez baalım!! :)

dipnot 2: hadi bana buradan soru sor

10.1.10

yurttan nağmeler/11 (spor çılgınlığı)

öncelikle belirtmek isterim ki çok kararsız kaldım başlık "spor çılgınlığı" mı olsa yoksa "yurttan nağmeler/11" le mi yetinsem diye ama gördüğünüz üzere ikisinden de vazgeçemedim :)

gelirsek konumuza anlaşılacağı üzere spor yapıyor olmam. hangi yazıda bahsettiğimi hatırlamıyorum ancak Odtü Sas'tan (Su Altı Sporları) bahsetmiştim, hatta facebookta şu sıralar su altında bir adet fotoğrafım mevcut, o topluluk sayesinde elde edilmiş bir fotoğraftır.

verebileceğimi düşünmüş olduğum tüm gereksiz ayrıntıları verdikten sonra başlıyorum artık :)

bu topluluk bize sadece su altında yoğunlaşmayalım, normalde de bir kondüsyonumuz bulunsun diye bir de kara antrenmanları hazırlamış bulunmakta cumartesi ve pazarları. bunlara da devam etmek kararlılığındayım (dönem başından beri var aslında ancak bugün daha 5 oldu benim)

hani normal koşullarda fiziğim iyi olsa çokta devam eder miydim emin değilim ancak kara kuru birşey olduğumdandır bu kararlılığım. o değil ciddiye alan mı yoktur nedir anlamadım pek kalabalık değiliz bu antrenmanlarda, kızdım şimdi. nerde o koca Odtü Sas?? beyler bayanlar varsa beni okuyanınız üzerime vazife olmasa da sizleri de çağırıyorum burdan kara antrenmanlarına. hem eğlenelim hem gelişelim :)

ayrıca bu topluluk bize salı ve perşembe akşamları da havuz antrenmanı yaptırtmaktaydı, dün yollanılan bir maille artık pazar akşamlarına da antrenmanımız olduğunu öğrendim. "haydi Gökhan'ım, koçsun sen, yaparsın sen" gazlarıyla kara antrenmanlarının yorgunluğunun üzerine birde pazar antrenmanına katıldım.

ancak bu pazar antrenmanı da öyle böyle değilmiş. hep ağırdır diyorlardı da bu kadar tahmin etmemiştim be arkadaş. azıcık merhamet?? ha??

toplamda 2050 metre yüzdüm bu akşam, düşünün kaslarımın halini ki bu 150 eksik yüzmüş halim. kendime acıdım (daha ziyade dermanım olamadı o sırada) eksik yaptım biraz. haa bir de eğitmenimiz bi 100 az yaptırdı sağolsun. sağol eğitmenim :)

ancak ufaktan bir problemim var, hani şu büyük bir heyecanla koca koca harflerle "ORT" başlığıyla yazdığım yazımda bahsettiğim topluluğa devam edemiyorum, zira pazar günleri kara antrenmanı, ardından kahvaltı derken derslerin başlangıcını kaçırıyorum. ancak hep böyle olurmuş zaten, 15231661 topluluğa girip 1, belki 2 ye düşüyormuş herkesin devam ettiği topluluk sayısı. kusura kalma ORT, başka senelere belki...

neyse bu yorgunlukla daha ne kadar otururum bilinmez, az biraz daha dayanır yatar zıbarırırm artık. haydi kendinize iyi bakın, bana da dua edin spor yaparken düşüp bayılmayayım hamlıktan :D

görüşmek üzere, baş baş...

7.1.10

Yollar

öncelikle belirtmek isterim ki hafiften zoraki bir yazı olacak bu, tatilden döndüğümden beri var kafamda yazmak ancak bir türlü içimden gelmemişti, şimdi de yapacak daha iyi birşey bulamadım :))

malumunuz birinci dönem içerisinde üç(3) kere tatile çıkmış bulundum, bu da haliyle yollar konusundaki deneyimlerime deneyim kattı (bkz: bayram part 2 yol önerisi) mesela az sonra farklı önerilerde de bulunabilirim.

işin garibi yoldayken bitmek bilmiyormuş gibi gelen yolculuk tatil mekanına ya da odama gelip dinlence için yatağa yattığım anda siliniyor. ayrıca sevmeye başladım sanırım bu durumu artık, ilginçtir..

sizlere reklamda vererek Kamil Koç firmasının rahat hattından bahsedeceğim biraz. zaten bilinen sevilen bir hat bu bahsettiğim ancak bilmeyenler için otobüste iki sıra çiftli koltuk yerine bir sıra çiftli bir sıra tekli kolduk mevcut -haliyle teklisi daha pahalı :)- böylece adı rahat olmuş oluyor. neyse bu hatta bindiğimde garip bir şekilde koltuğa koyulmuş bulunan kulaklığın üzerinde dışına geçirilecek kılıfın bulunduğu birde poşet buldum. dedim ki acaba zaman bulamadılar da sadece poşeti mi koydular. daha sonradan bambaşka bir fiyaskoyla (ya da rahat hattın prosedürü mü budur bende anlamadım ya neyse) karşılaştım. üstteki kırmızı zımbırtıya basıp hosttan yastık istediğim zaman kendisi bana yastığı ve kılıfını da ayrı ayrı verdi. gece gece otobüs yolculuğunda yastık kılıfı geçirmek sanırım hayatım boyunca yapmam gerekeceğini düşüneceğim sınırlı sayıda şeylerden biridir ama bu da geldi başıma :)

ayrıca yollarda ağlamayan bebeklere bayılıyorum ben, ağlamadıklarından mıdır bilinmez sanki ekstra bi sevimli oluyorlar :))

neyse bakalım bundan 17 gün sonrasında da evime doğru havayoluyla yollanıyor olacağım, sizlere kardeşimle aramızda geçen telefon kouşmasından bir alıntı yaparak kapatıyorum bu ilginç yazıyı:

Cansu: 1 aydan az kaldı dimi gelmene?
Ben: evet bak 17 gün falan kaldı
Cansu 15 tatildekinden fazla ama...

görüşmek üzere, baş baş...